Hiçbir şeyden çekmedik idarecilerden çektiğimiz kadar
Hiçbir şeyden çekmedik idarecilerden çektiğimiz kadar.
İdareciler, işlerin yapılmasına odaklanmış, işler tanımlandığı şekilde olduğu, yapıldığı, biraz eksik biraz fazla bitirildiği sürece kendisini huzurlu hisseden, başarılı sayan insanlar. İyi idareciler işleri iyi yapanlardan çıkıyor. Ama sonuçta onlar da “idareci”. Oysa ki bugünün dünyasında işleri iyi yapmak bile yetmiyor. Bir kısmı ekstra eforla işleri daha iyi yapmanın peşinde koşsalar da idarecilerle dünyaya yetişmek imkânsız.
Çünkü işleri iyi yapmaktan çok, iyi işleri yapmak artık çok daha önemli. Keçi boynuzu yerseniz bal tadı alacağınız doğru, ama bal için çok daha iyi yöntemler var. İşleri iyi yapmak bir fark yaratacak durum değil. Zira artık işleri iyi yapmama hakkı yok zaten. O tartışma konusu bile değil. Kürekleri ne kadar hızlı çekerseniz o kadar hızlı gideceğiniz bir gerçek. Ama soru şu; doğru yönde misiniz? Örneğin bu soru ekibine doğru oturmamış, onlarla göz kontağı kurmayan, teknenin burnunu görmeyen ve daha önemlisi nereye gitmek istediğini bilmeyen bir kaptanın cevaplaması çok zor bir soru.
İdareciler en tehlikeli takım üyeleri o yüzden. Hem yetkililer hem de eksik. Ciddi bir efor sarf ettiriyorlar herkese ama çoğu zaman gereksizce. Kimsenin de gıkının çıkması istenmediğinden öyle savrulup duruyor tekne, artık rüzgâr ya da deniz nereye atacaksa oraya varana kadar küreklere asılmaya devam ediliyor. Yöneten değil sürekli başkaları tarafından yönetilen bir teknede olmak kadar bunaltıcı bir cendere olamaz herhalde. Ya da ne olacağını bilememek kadar korkutucu bir gelecek.
İşletmeler için de toplumlar için de “işleri iyi” yapandan öte, “iyi işlerin” yapılmasına vesile olacak liderlere, yöneticilere ihtiyaç var. İdarecilerin dönemi kapandı. İyi işleri yapabilmenin ise bir kuralı var; öncelikle iyi bir dinleyici olmak zorundasınız. Masanız kalabalık, fikir alan, dinleyen, yola ve yolculuğa dahil eden biri olmazsanız yapılması gereken iyi şeyleri nasıl hep siz bilebilirsiniz? Nereye gittiğini ya da en azından gitmeye çalıştığını bilen takımlar çok daha birlikte ve etkin çalışırlar. O nedenle öncelikle hızlı kürek çektiren değil yön belirleyen ve yön veren liderlik. Sonrası ise yöntem geliştirmekten geçiyor.
Alışa gelinmiş yöntemleri terk etmek cesaretini gösterebilecek kadar yaptığından emin, cesur liderlik de bu nedenle peşi sıra ihtiyacımız olan liderlik. İdarecilere sorsanız alacağınız en samimi cevap şudur; “biz elimizden geldiğince en iyisini yapmaya çalıştık”. İçinde “gelecek” olmayan sadece ve sadece bugünü duyduğunuz cevaplar alırsınız onlardan, yarın unutulacak sıradan performanslar, günü kurtaracak çabalar. Oysa ki toplum artık “umut” arıyor gözlerinde yöneticisinin. Zira günümüzün karmaşık dünyasında en hasret kaldığı şey gelecekle ilgili netlik. O nedenle üçüncü kritik kavramında bu umut verici liderlik olduğuna inanıyorum. Onunla geleceğin daha huzurlu ve güçlü olacağını hissettiğim liderle her yere koşarım.
İşletmecisinden siyasetçisine artık işleri iyi yapmakla övünenlerin devri kapandığı bir gerçek. Artık iyi işleri tarifleyenlerin tercih edildiği, takip edildiği, takdir edildiği bir dönemdeyiz. Ufku açık insanlar aranıyor, ezberden konuşan, yapan değil, akıl yürüten, sorgulayan, farklı yollar deneyenlerden heyecan duyuluyor. “Şu işi yaptım” yetmiyor, şu işi şöyle yapıyorduk artık “o sonuca böyle çok daha hızlı ulaşıyoruzu” duymak istiyor herkes. Böyle bir sorgulayan akılın kendi geleceği için daha iyi olacağını hissediyor, umutlanıyor insan.
Rivayet odur ki; Süleyman Demirel’e ekonominin yine çok kötü gittiği bir gün gazetecinin biri sormuş (evet o zamanlar gazeteciler soru sorabiliyormuş) efendim ekonomiyi tek kelimeyle yorumlarsanız ne dersiniz? Sayın Demirel de demiş ki “iyi”. Peki iki kelime ile ifade etseniz? “iyi değil”.
Peki idarecilikten yöneticiliğe geçebilmenin yolu ne desem ve tek kelime ile cevaplamaya çalışsam ne derim? “Dinlemek” sanırım o tek kelime olur. İki kelime olsa çok da değiştireceğimi sanmıyorum. En fazla “iyi dinlemek” olurdu.
Çoğu yöneticinin en büyük handikabı dinlemek. Ya da en doğrusu dinlememek. O kadar deneyimli o kadar hakimler ki ne en yakınlarındakini ne de ekipteki kimseyi dinlemiyorlar. Bu da onları cılız bilgiyle cılız kararlar üretmeye mahkûm bırakıyor. Dinlemedikleri için zaten ekipleri de yavaş yavaş zayıflıyor. Aynı kullanılmayan organların zayıflaması gibi, dinlenmeyen nitelikli insanlar da uzaklaşıyor ve idareci ve saz heyeti baş başa kalıyorlar. Artık dinlesen de fayda etmeyecek bir korodan da ne çıkabileceği malum.
O nedenle idarecilikten liderliğe giden yolun ilk taşı dinlemek. Dinleyecek nitelikli bir takım kurmak da ikinci zorunluluk olsa gerek. Sesi duyulan insanlar kadar ortak akılla verilen karara sadık ve güçlü destekçi bulamazsınız.
Bugün ülkemiz iş, siyaset ya da sosyal yaşamının en büyük probleminin gittikçe daha da köhneleşen ve içine kapanan idareci profili olduğuna inanıyorum. Oysa öyle güzel bir cevherin içindeyiz ki, inanılmaz değerli genç zihinler, insanın gözlerinin içine bakıyor, dinle beni diye. Bu değerli zihin bulutunu ne kadar hızlıca sisteme kazandırabilirsek o kadar güçlü bir gelecek de işletmelerimize, toplumumuza o kadar hızlıca kapılarını açacak. Sihir, büyücülük, büyük bir alavere dalavere gerekmiyor. Sadece ve sadece insanlarını değerli hissettiren, onları masasına alan ve dinleyen lider sayısını artıracağız. Bunu yapacak kadar “cesur” liderler buldukça çoğalacağız, çoğaldıkça umudumuz büyüyecek ve huzurumuz artacak. Ama önce kendimizden başlayacağız.